Ruh sağlığı alanında çalışanların sıkça karşılaştığı sorulardan bir tanesidir "ben normal miyim?". Bu makalede bu zor soruya beraberce yanıt arayacağız. Öncelikle sağlık kavramından bahsetmeliyiz. Dünya Sağlık Örgütü, sağlığı ‘’bedensel, ruhsal ve sosyal iyilik hali’’ olarak tanımlıyor. Bedensel iyilik halini günümüzde birçok tahlil, tetkik vs. ile tespit edebiliyoruz. Hatta bu işin bir adı bile konmuş: ’check-up’. Peki ruhsal ve sosyal olarak check-up yapılabilir mi? Kimlere normal, kimlere anormal diyeceğiz ve bunu nasıl yapacağız?
‘Normal’ terimi istatistiksel olarak çoğunluğa uyan ve aşırı uçlarda kalmayan demektir. Hekimlikte istatistiksel yöntem sık kullanılır ve bulgulara göre normalin alt ve üst sınırları belirlenir. O halde; ruh sağlığı açısından çoğunluğa uyum sağlamak normalliğin kriteri olabilir mi? Örneğin bir toplumda çoğunluk akıllı telefon kullanıyor, telefonu elinden düşürmüyor, ailesine ve çocuğuna vakit ayırmıyorken; az sayıda kişi telefonu sadece işte kullanıyor, ailesiyle ve çocuğuyla kaliteli vakit geçiriyorsa bu toplumda çoğunluğa mı, yoksa azınlığa mı normal diyeceğiz? Tarihsel süreci incelediğimizde de iz bırakan büyük şahsiyetler çoğunluğa uymayan ve onları değiştirmeye çalışanlar olmuşlardır. Öyleyse istatistiksel tanım ruh sağlığında hem göreceli, hem de bazen geçersiz kalabilmektedir.
Klinik olarak bireyde aşırı anksiyetenin ya da belirgin psikopatolojinin olmayışı, aynı zamanda kendisinden memnun, sosyal ilişkilerinde rahat ve mutlu oluşu normal olarak değerlendirilebilir. Fakat ileri derecede bencil, başkalarına kolayca yalan söyleyen, toplumun sorunlarına duyarsız birisi halinden memnunsa, sosyal ilişkileri iyiyse ve mutluysa bu kişi ‘normal’ midir? Öte yandan herkese yardım etmeye çalışan, doğru sözlü, toplum yararına çalışan ama tedirgin ve kaygılı olan kişiye anormal diyebilir miyiz? İnsanın hayatında kaygı, üzüntü, acı çekme bir psikolojik rahatsızlığın belirtisi olabileceği gibi; duruma göre anormal sayılmayacak doğal tepkiler olabilir. Hatta bazı durumlarda üzülmemek, ağlamamak, kaygı duymamak anormal olabilir.
Psikoanalize göre ise normallik ölçütü id, ego, superego arasındaki dengedir. Ruh sağlığı yerinde olan kişinin alt benlik(id) dürtülerine doyum sağlayan, aynı zamanda çevresine uyum sağlayabilen(ego) ve üstbenliğin(superego) de sesine kulak verebilen birisi olduğu kabul edilir. Fakat bu tanımlamada da dürtülerin doyumu, çevreye uyum, üstbenliğin beklentileri görecelidir ve her zaman tartışmaya açıktır. Psikoanalizin kurucusu Freud’a normalin koşulları sorulunca ‘’çalışmak ve sevmek’’ diye cevap vermiş. Bu iki sözcük üzerinde ise yüzlerce kitaplar yazılmış ve yazılacaktır.
En başta söylediğimiz gibi ‘normal’ i tanımlamak oldukça güçtür. Milattan önce yaşayan ünlü filozof Aristo ‘’Bir miktar delilik karışımının bulunmadığı mükemmel bir ruh yoktur.’’ demiş. 19.yüzyılda İsviçreli psikiyatr Eugen Bleuler, öğrencisi Gustav Bychowski’ye şöyle bir öğüt vermiş: ‘’Hiç kimseye normaldir belgesi verme, ben karıma bile vermem’’. Günümüzde de Prof.Dr.Orhan Öztürk’e göre normalliğin ve aşırı olmayan anormalliğin sınırları net değildir, ölçütleri görecelidir. İstatistiksel ve klinik görüşlerin, çevreye uyum varsayımının hepsinde az ya da çok gerçek payı vardır; fakat çağdan çağa, toplumdan topluma, hatta kişiden kişiye görecelidir, değişebilir.
Sonuç olarak; her kişide tutarsız, uygunsuz, aşırı, yetersiz davranışlar görülebilir. Fakat bu davranışlar sürekli yada tekrar eder tarzda ise, işlevselliğini ve/veya kişilerarası ilişkilerini bozuyorsa; ruh sağlığı alanında çalışan hekim, psikiyatr veya klinik psikologlara başvurması gerekir.
Dr.Mustafa İSPİR
Kaynak: Öztürk, M. Orhan, and Aylin Uluşahin. Ruh sağlığı ve bozuklukları. Nobel Tıp Kitabevleri, 2014.
Comments